



İslam Tarih ve Kültür
planlamadan ve gereken iradeyi, calisma ve gayreti sergilemeden ulasamayiz.
Hedefe ulasma adina hayal etme elbette yeterli degildir. Hayaller gerekli
olan maddi ve manevi donanimla desteklenmezse hedefe ulasilmasi imkansizdir.
Istanbul fatihi, Fatih Sultan Mehmet daha cocuk yasta bu yola gonul koymus,
duygu ve dusunce dunyasini fetih hayalleriyle suslemis, oyunlarinda
Istanbul'u bir degil belki yuzlerce kere fethetmisti.
Fatih, Istanbul'u fetheden muzaffer bir kumandan olmasinin yaninda,
medresede kendisine ayri oda tahsis edilecek seviyede ilim ve ayni olcude
bir kalp ve ruh insaniydi. Bir diger ifadeyle o, madde ve manayi birbiri
icinde butunlestirip bunyesinde barindiran bir alperendi. Su tek ornek, onun
tevazu ve edebini gostermek icin yeter ve artar: Hocasi Aksemseddin'in
olsun, devrinin isik insanlarindan Molla Husrev ve Molla Gurani'nin olsun,
hocalarinin yaninda, bir talebenin hocasina karsi takinmasi gerekli tavri
takinir, saygili davranir ve edep icinde onlarin huzurlarinda otururdu.
Zaten bizim dunyamizdaki fetihler, hep boyle ruh, mana, edep ve aksiyon
insanlarinin elinde gerceklesmis ve insanliga armagan edilmislerdir.
* *
*O, hep buyuk dusunmustu*
Fatih, "ni'mel emir-ne guzel komutan" madalyasiyla sereflenirken niyetindeki
buyuklukle dogrudan dogruya Peygamber Efendimiz tarafindan taltif
edilmistir. O, bu mujdeye nail olabilmek icin Istanbul'un fethini daha cocuk
yaslarinda planliyordu. Hep buyuk dusunuyordu, buyuklerle beraber oluyor,
onlarla istisare ediyor ve yaptigi isin buyukluguyle kiyaslandiginda kucuk
denecek bir yasta buyuk isler basariyordu.
Fatih'in degeri, dikkat edilince anlasilabilecek bir mazhariyettir.
Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm) Islam'in izzetini bayraklastiran, Bizans
ve Avrupa'nin ustune tirmanip cikan Fatih'i bizzat ve cok onceden
mujdelemistir. Fatih bu zamanda 21-22 yasinda bulunuyordu ki bu yaslar ayni
zamanda beserî arzularin baskisinin en cok hissedildigi bir doneme tevafuk
etmektedir. Zamanimizda bu yastaki cocuklar ya liseye ya da universiteye
gitmesine ragmen o, devletin basinda bulunan bir idarecidir. Bu cok buyuk
bir pâyedir ve Fatih bu pâyeyi, niyetinin saglamligiyla beraber, ruhunu
guzel kullanmak ve iradesinin hakkini vermek sûretiyle liyakatle
kazanmistir.
*Efendimiz Niye Fatih'i Ovuyor?*
Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de bize gore 14, ona gore ise 7-8
asir evvel, "Istanbul'u fetheden emir, ne guzel emir, onu fetheden asker, ne
guzel askerdir!" buyuruyor. O ordunun icinde Aksemseddin de vardir. Onun da
muhakkak ki o buyuk sultanin Istanbul'u fethinde buyuk hizmetleri olmustur.
Ama Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) ovgusu Fatih'e olmustur.
Cunku Fatih'in kanatlari, altinda Aksemseddinler, Molla Guraniler gibi pek
cok ilim adami ve Allah dostu yetistirmeye musaittir. Nitekim o ilme ve ilim
adamlarina cok ehemmiyet vermis, onlari korumus, Istanbul'u butun dunyaya
ilim isiklari sacan bir merkez haline getirmisti.
Islam'in izzeti icin kendinden 7-8 asir evvel yasamis Zât'i (sallallahu
aleyhi ve sellem) kendisine rehber yapmis ve O'nun adiyla ayrica bir seref
kazanmis olan Fatih, Rumeli Hisari'ni yaptirirken, onun mimarisini, Nebinin
yuce adini hisara islemek icin, yukaridan bakildiginda Arapca "Muhammed"
yazilacak sekilde planlatarak, hisari o mubarek ad'a benzetmeye calismis ve
ruhuna isledigi Efendimiz'in yuce adini denizin kenarina da islemis ve
hayati boyunca milli-manevi degerlerini cok aziz tutmustur.
Yelkenler bicilecek, yelkenler dikilecek;
Daglardan cektiriler, kalyonlar cekilecek;
Kerpetenlerle surun disleri sokulecek
Yuru, hâlâ ne diye oyunda oynastasin?
Fatih'in Istanbul'u fethettigi yastasin!..
Sen de gecebilirsin yârdan, anadan, serden....
Senin de destanini okuyalim ezberden...
Haberin yok gibidir tasidigin degerden...
Elde sensin, dilde sen, gonuldesin bastasin...
Fatih'in Istanbul'u fethettigi yastasin!..
Yuzune carpmak gerek zamanenin fendini...
Goster: Kabaran sular nasil yikar bendini?
Kucuk gorme, hor gorme, delikanlim kendini
Su kirik âbideyi yukseltecek tastasin;
Fatih'in Istanbul'u fethettigi yastasin!..
Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Suleyman'dir.
Su mihrap Sinanuddin, su minare Sinan'dir.
Haydi artik uyuyan destanini uyandir!..
Bilmem, neden gundelik islerle telastasin
Kizim, sen de Fatihler doguracak yastasin!..
Delikanlim, isaret aldigin gun atandan
Yuruyeceksin... Millet yuruyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatli Hasan'dan...
Sen ki burclara bayrak olacak kumastasin;
Fatih'in Istanbul'u fethettigi yastasin!..
Birak, bozuk saatler yalan yanlis islesin!
Celebiler cekilip haremlerde kislasin!
Yuru aslanim, fetih hazirligi baslasin...
Yuru, hâlâ ne diye kendinle savastasin ?
Fatih'in Istanbul'u fethettigi yastasin!..
Gelin size Sinan'ın, Leonardo da Vinci ile yarışacak dehasını anlatayım. Sizleri, büyük ustanın kalfalık eserim dediği Süleymaniye'nin şifreleriyle tanıştırayım. Akıllara durgunluk verecek gizemli bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Süleymaniye Camii, Kanuni Sultan Süleyman tarafından imparatorluğun gücünü ve görkemini göstermek adına inşa ettirildi. Bu görev, tarihin en büyük ustası Mimarbaşı Sinan'a verildi. Camii ve külliyesi 7 senede bitirildi. Ancak 7 yıllık bu uzun süre Kanuni'nin canını sıkmıştı. Sinan'ın yapıyı neden bir türlü açmadığını anlamamıştı. O sırada her taraftan da dedikodular yağmaya başladı Sultan'a. 'Sinan caminin ortasında oturuyor ve nargile tüttürüyor' dediler Muhteşem Süleyman'a. Kanuni durumu kendi gözleriyle görmek için bir ikindi vakti Süleymaniye'ye gitti.
Muhteşem yapının içine girdiğinde Sinan tam da söylendiği gibi caminin ortasında oturmuş nargilesini tüttürmekteydi. Sultan gözlerine inanamadı. Tok sesiyle ve bütün haşmetiyle ''Bu ne iştir Mimarbaşi'' diye haykırdı. Oysa Mimar Sinan'ın içtiği nargilede tömbeki yoktu. İçtiği sadece suydu. Usta mimar, nargilenin fokurtularını dinleyerek caminin akustiğini ölçmeye çalışıyordu. Mihraptaki imamın sesini, aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesaplıyordu. Bunun için Anadolu'nun değişik köşelerinden 65 tane dev turşu küpü getirtti. Bu küpleri içleri boş, ağızları dışarıya gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirdi. Amacına ulaşmıştı Mimarbaşı. Sesi, yüzlerce metrekarelik mekanın her köşesine, en iyi şekilde yaymayı başarmıştı. Kanuni de, Sinan'ın niyetini anlamış, ustasını hemen bağışlamıştı.
Mimar Sinan yapının içine bir de hava koridoru inşa etti. Elektriğin henüz bulunmadığı o yıllarda, Süleymaniye 275 dev kandille aydınlatılıyordu. Sinan, bu kandillerden çıkan is camiye zarar vermesin ve cemaati rahatsız etmesin diye orta kapının üzerine küçük bir odacık yaptırdı. Binanın değişik köşelerine açtığı oyuklardan giren islerin bu odada toplanmasını sağladı.
Şaşırdınız değil mi? Durun, daha bitmedi… Ve adına da İs Odası denilen bu bölmenin içine özel bir nemlendirme sistemi kurdu Sinan. Odada toplanan islerden, dönemin en kaliteli mürekkebini damıttı. Süleymaniye'nin duvarlarında gördüğünüz o muhteşem kalem işleri, yazılar, süslemeler, caminin kandillerinden çıkan isten damıtılan o mürekkeple yapıldı. Tekrar altını çiziyorum, bunlar günümüzden 458 yıl öncesinin bilimiyle, teknolojisiyle yapıldı.
Son bir şifre daha var.. Hani oyuklar var dedim ya isin bir odada toplanmasını sağlayan, hava akımını içeri alan. Dışarıya çıkıp o iki oyuktan içeriye baktığınızda, birinden caminin içindeki Allah, diğerinden ise Muhammed yazılı dev levhaları görürsünüz. Ayrıca Süleymaniye'nin hangi köşesini, hangi duvarını, hangi açısını ölçerseniz ölçün, sayısal olarak karşınıza Allah kelimesinin ve katlarının çıktığını görürsünüz.
Alın işte size sırlarla, şifrelerle dolu bir mabet. Da Vinci şifresini yaya bırakacak bir maharet.
Dunyayi cok sevmek dunyaperestliktir. Dunyada yasadigimiza gore her insan az ya da cok dunyayi sever.
Allah, dunyayi ve icindekileri insan icin yaratmistir. Insan aradigi her seyi dunyada bulur, bu sebeple dunyayi sever.
Dunyanin cesitli yuzleri vardir. Birincisi dunya ahiretin tarlasidir. Ikincisi ise dunya fanidir. Her sey gelip gecicidir. Kiyametin kopacagi, astronomi âlimleri tarafindan bile kabul edilmektedir.
Ucuncusu ise dunyanin gunahlara bakan yuzudur. Gunahlarin butunu dunyada islenir.
Sahil evlerinde denize girenler de var, evinde oturup kitap okuyup ibadet ederek vaktini degerlendirenler de. Her ikisi de sahilde bir evde oturuyor. Kisacasi dunyanin helale bakan yonu de var, harama bakan yonu de. Cennete de, cehenneme de dunyadan gidilir.
Allah'in bize verdigi akil, gonderdigi kitap Kur'an-i Kerim, Peygamberimiz ve sunnetleri dunyayi ve ahireti cennet etmek icindir.
Almanya'da bir arkadasima; "Gunlerini nasil geciriyorsun? " diye sordum. Dedi ki: "Sabah namazindan sonra biraz okurum, sonra kahvaltimi yaparim, biraz dinlenirim. Uyanir islerimi gorurum. Âlimleri dinlemeye giderim." Arkadasa dedim ki: "Seni tebrik ederim. Mekke'de olsaydin da bunlari yapardin. Mekke hayatini Berlin'e tasimissin."
Dunya icin, yani menfaat ve zevk icin dinden uzaklasan her insan dunyaperesttir.
Helal kazanc icin calismak dunyaperestlik degildir. Haram yoldan kazanc saglamak dunyaperestliktir.
Meyve suyu icmek dunyaperestlik degildir, sarhos eden bir icecek icmek dunyaperestliktir.
Kadinin kocasina guzel gorunmek icin suslenmesi dunyaperestlik degildir, kadinin yabanci erkeklere guzel gorunmeye calismasi dunyaperestliktir.
Simdi madalyonun diger tarafina bakalim. Mal icin, para icin cok cinayetler isleniyor. Iste birinde dunya sevgisi kalbinin icindedir. Oburunde dunya, cebindeki mendil gibidir, cikarip atar.
Mevlânâ diyor ki: "Dunya denizdir. Sen de denizde gemisin. Suyu icine alma batarsin."
Bunlari dusundugumuzde dunyayi mi, ahiretimi mi sevdigimiz anlasilir...